9 Ağustos 2007 Perşembe

Toroslarda

Toros Dağları'nda
Toroslar...
Toroslar...
Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli
Başı dumanlı Toros Dağları'ndan, koyaklardan, yaylalardan, çam ormanlarının arasından geçiyoruz.

Aşağıda, gökyüzünün rengini yansıtarak Akdeniz'e doğru akan Göksu.

Karaman üstünden Ermenek'e gidiyoruz.

Bir Toros sevdalısı olan Fikret Ünlü ve değerli dostlar Ersin Arıoğlu, Bülent Tanla, Memduh Hacıoğlu, mühendis Necati Yağcı ile birlikteyiz.

İçinden geçtiğimiz çıldırmış doğa, bana durmadan türküler hatırlatıyor:
“Irak derler Karaman'ın ilini
Köprüsü yok geçemedim selini
Menevşe yaylanın perçem belini
Lale sümbül bürüsün de gidelim.”

Her dönemeçte karşımıza bir dağ yamacı, bir orman, bir vadi, bir pınar çıkıyor.

Binlerce Anadolu türküsünün neden dolayı “şu karşıki dağda”, “şu karşı yayladan” diye başladığını daha iyi anlıyorum.

Sertavul'da bizi dostlar bekliyor.

Sağolsunlar, dünyada çok ender bulunan domalan mantarlı bir ziyafet sofrası hazırlamışlar. Söz güzel, sohbet güzel, hava güzel. Dost yürekli insanlarla her şey daha da güzel.

Sonra ver elini Ermenek. Toros Dağları'nın nazlı ecesi.

Orada da dostlarla buluşma, sohbet, türkü, şarkı.

Derken ertesi gün gezi amacına ulaşıyor:

Balkusan Köyündeyiz. Bu dağ köyü, 729 yıl önce Karaman Oğlu Mehmet Bey'in “Divanda, dergahta, bergahta” Türkçe konuşulmasını emrettiği köy.

Önce Karaman beylerinin Orta Asya izleri taşıyan sade mezarlarını ziyaret ediyoruz.
Sonra köy meydanında tören başlıyor.

Ne yazık ki Türkiye'deki her törene damgasını vuran gariplik burada da yaşanıyor:
Bir protokol tribünü, bir de halkın oturduğu bölüm.

Böylece yönetici-halk ayrımı daha baştan vurgulanmış oluyor.

Halka bakıyorum, köylülere bakıyorum, pırıl pırıllar. Yüzlerce kişi içinde bir tek türbanlı yok. Yaşlı kadınların başı köy usulü, gelişi güzel atılmış, aşağıya doğru kaymış baş örtüleriyle örtülü. Genç kızların saçları açık.

Ama protokol tribünündeki bürokrat hanımların arasında iki üç türbanlı var.

Bu manzara, Türkiye'deki türban dramını ortaya koymaya yetiyor da artıyor bile.
Sonra konuşmalar yapılıyor.

Bu bölgede bir milli kahraman gibi karşılanan Fikret Ünlü, çocukluğunu anlatan, yarpuzlarla, koyaklarla, yaylalarla ve özlemle dokunmuş şiirini okuyor. Karacaoğlan'ın torunu olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

Türkçe'nin böylesine hırpalandığı bir dönemde, Karamanoğlu geleneğini yaşatan bu törenden mutlu ve umutlu olarak ayrılıyoruz. Akşam üstü Cumhuriyet Gazetesi'ne üçüncü bombanın atıldığı haberi geliyor.

O aydınlık Toros güneşi gölgeleniyor gibi oluyor. İçimizdeki kuşku tohumları bir kez daha tedirgin ediyor bizi.

Acaba bu bombalar sonun başlangıcı mı, yoksa bir başlangıcın sonu mu diye düşünmeden edemiyoruz.

(Vatan-14.05.2006)